Eski Borçlar Kanunu m. 21’de düzenlenen “gabin” 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 28’de “aşırı yararlanma” olarak yer almaktadır.

Aşırı yararlanma, sözleşmede bir tarafın edimi ile diğer tarafın edimi arasında açık bir oransızlık bulunması halidir. Fakat hemen belirtmek gerekir ki; edimler arasında açık bir oransızlığın bulunması aşırı yararlanma hükmünün uygulanması için tek başına yeterli değildir. TBK m.28’de belirtilen aşırı yararlanma hükmünün tatbiki için birinci fıkrasında belirtilen unsurların bulunması gerekmektedir.

İlgili fıkrada aşırı yararlanmanın gerçekleşmesi için aranan unsurlar ve bu unsurların bulunmasıyla zarar gören için tanınan seçimlik haklar belirtilmiştir.

BK m.28/1’ e göre aşırı yararlanmanın gerçekleşebilmesi için;

  • Karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık bulunması,
  • Bu oransızlığın zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirilmiş olması gerekir.

Edimler arasındaki açık oransızlık objektif bir şarttır. Bu oransızlığın bulunup bulunmadığı edimlerin sözleşmenin kurulma anındaki değerlerinin objektif tayini ile mümkün olacaktır. Buna göre sözleşmenin kurulmasından sonra edimlerin değerlerindeki değişimler dikkate alınmayacak olup sözleşmenin kurulma anındaki değerleri esas alınacaktır. Bu değer piyasa rayici, edimin sözleşme kurulduğu andaki piyasa değeri gibi objektif değer takdiri ile belirlenecektir. Edimlerin objektif değerleri hesaplanırken, sadece asli edimin kendisi değil, yan borçlar da hesaba dahil edilecektir. Dolayısıyla bir tarafın edime yüklediği sübjektif değer esas alınmayacaktır.

Bir eşyanın normal değerinden çok pahalıya veya ucuza satılması hali örnek teşkil edecektir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi yeknesaklaşmış bir şekilde, edimler arasında açık bir oransızlıktan söz edebilmek için, edimler arasında mutlak surette %25’ten fazla bir fark olması gerektiğini, % 50 oranındaki bir farkta ise açık oransızlığın kesin olduğunu kabul etmektedir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 27. 12. 1976 Tarihli ve 1976/12751 Sayılı kararında; “...Önce uyuşmazlık konusu olayın ve tarafların özellikleri başka türlü bir değerlendirmeyi zorunlu kılmadığı takdirde hangi orandaki bir ivaz farkının açık nispetsizlik sayılacağını veya sayılmayacağını belirleyen bir tavan ve tabandan yararlanmak uygun olur. Dairenin sürekli uygulamasına göre ivazlar arasındaki 50/100 oranındaki bir fark açık nispetsizliktir, bu kesindir. 10.000 lira değer taşıyan bir mal veya hizmetin 5000 lira karşılığında değiş-tokuş edilmesi normal bir kişinin kabul edebileceği makul bir alış veriş tarzı değildir. Dairenin uygulamalarında ivazlar arasında yüzde yirmi beş oranındaki bir farkın açık nispetsizlik sayılmadığı dahi kuşkusuzdur. Hal böyle olunca, olağan koşullar altında açık nispetsizlikten söz edilebilmesi için ivazlar arasında en az yüzde yirmi beşten fazla bir fark olması zorunluluğu vardır.” şeklinde ifadeye yer verilerek edimler arasında en az %25’ten fazla bir fark olması zorunluluğundan bahsedilmiştir.

Ayrıca unutulmamalıdır ki tek başına bu oransızlık yetmeyecektir. Bu oransızlığın karşı tarafın zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle aşırı yararlanan taraf karşı tarafın durumunu bilmesi ve bu halinden yararlanarak sözleşmeyi yapmış olması gerekmektedir. Aşırı yararlananın özel olarak bu durumdan yararlanma kastı içerisinde olması gerekir.

Oransızlığın karşı tarafın zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirilmiş olması şartları ise sübjektif unsurlardır. Aynı şekilde aşırı yararlanın kastı da sübjektif bir unsurdur. Yine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 9.04.2014 tarihli kararında ‘‘hemen belirtmek gerekir ki gabin davasında öncelikle edimler arasındaki, aşırı oransızlık üzerinde durulmalı, objektif unsur ispatlandığı takdirde zarar gördüğünü iddia edenin kişiliği, yaşı, sağlık durumu, toplumdaki yeri, ekonomik gücü psikolojik yapısı gibi maddi, manevi yönler yani sübjektif unsur derinliğine araştırılıp incelenmelidir.’’ ifadesine yer vermiş, böylece sübjektif unsurları değerlendirirken dikkat edilecek ölçütler belirtilmiştir. Sadece bu kararda değil Yargıtay’ın aşırı yararlanma hükmünü incelediği diğer kararlarında da aynı ifadeye rastlanmak mümkündür.   

Yargıtay kararlarında düşüncesizlik terimi yerine “hafiflik”, “acemilik” ve “toyluk” terimleri de benimsenmiştir. (Bkz. Yarg. 14. HD. T. 24.04.2002, E. 2002/1503, K. 2002/3131) Düşüncesizliğin zarar görenin genel karakteri üzerinde değil aşırı yararlanma konusu işlem üzerinde incelenmesi gerekir. Diğer bir sübjektif unsur olan deneyimsizlik, yine sözleşme bazında incelenmeli ve kişinin sözleşmeyi kurarken normal bir kişiden beklenilecek yeterli ve gerekli bilgiye sahip olamaması halidir. Yine diğer bir unsur olan zor durumda kalma hali maddi ve manevi yönden gerçekleşebilir. Bu durum Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 1973/1924 Esas 1974/1255 Karar numaralı 28.02.1974 tarihli kararında şöyle ifade edilmiştir: “Müzayaka(zor durum) halinin çeşitleri vardır. Maddi ve manevi olabilir. Davacı yaşı, belki özel durumu ve inceleme konusu yapılmayan psikolojik yapısı itibariyle bakılmaya, korunmaya ve yakın ilgiye ihtiyaç gösteren halde olabilir. İçinde bulunduğu toplumun dışında yaşamak korkusu davacıyı bir bunalıma itmiş ise, bu halin manevi müzayaka olarak sayılması gerekir.” Maddi anlamda zor durumda kalma ise kişinin ekonomik olarak sıkıntı içerisinde olması şeklinde olabilir.

Belirtmek gerekir ki; düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği, zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve herhâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl olan hak düşürücü sürelere uyulması gerekmektedir.

Tüm bu unsurların varlığı hak düşürücü süreler gözetilerek, zarar gören ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilecektir.

Av. Mahinur ARPACIOĞLU - Stj. Av. Hüseyin SAĞLAM